2.BÖLÜM EVRENİ SARAN TANRI BİLDİRİSİ

2.EVRENİ SARAN TANRI BİLGİSİ

 

"Haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlık ve haksızlığına karşı Tanrı'nın gazabı gökten açıkça gösterilir. Çünkü Tanrı'ya dair bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir. Tanrı hepsini gözlerinin önüne serdi. Dünyanın yaratılışından beri, Tanrı'nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve Tanrılığı, O'nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor.

Bu nedenle özürleri yoktur. Tanrı' yı bildikleri halde O'nu Tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler. Ama düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını iddia ederken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı 'nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara ve sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler. " (İnci1-i Şerif / Romalılar 1:18-23)

Burada açıkça gördüğümüz gibi Tanrı bütün evreni kapsayan bir kavramdır. Bu kavram yaradılış anından itibaren bütün insanlığın yüreğine nakşedilmiştir. Bu nedenle "din" olarak isimlendirdiğimiz ve sonuçta insanın kendisinden üst bir varlığa ya da yaratıcıya inanma ihtiyacından oluşan yeni bir kavram ortaya çıkmıştır.

Kutsal Kitap'ın ilk ayetini okuduğumuzda "Başlangıçta Tanrı yeri ve göğü yarattı" (Tekvin l:l) sözüyle karşılaşmaktayız. Bu ilk ayetle esasında büyük bir bilgilendirme başlamaktadır. Kutsal Kitap Tanrı' nın varlığı ya da yokluğu üzerinde hiçbir tartışmaya girişmek ihtiyacını duymaksızın sözlerini aktarmaya başlamaktadır.

Doğru olanı da budur. Çünkü Tanrı eğer bütün evreni yaratan ve bütün evreni kapsayan bir varlıksa kendi varlığı üzerinde sınırlı insan düşüncesinin kaygılarında tartışma gereksinimi duymaz. Kendi varlığının tartışılması konusunu yarattığı ve düşüncede özgür bıraktığı insanın kendisine bırakmıştır. Ama kendisi mutlak hakim olarak böyle bir tartışmanın sözünü dahi etmeksizin kendisi hakkında insanlığı bilgilendirmeye başlar.

Dinlerse daha çok bu bilgilendirmeden yola çıkarak bazen Tanrı' nın anlattığı bu kesin hatlar üzerinde bir yerlere oturmuşlar, bazen de Tanrı' nın anlatmadığı ama insan yüreğine nakşettiği varlığının gölgesinden esinlenen insanların dudak uçlarında şekil kazanmışlardır. Özellikle bu çalışmanın başında sizlere Tanrı' nın varlığını ve yüceliğini, "din" kavramından biraz uzaklaştırarak sunmaya gayret ettim.

Burada bir din karşıtlığı ya da bu kavramın varlığı, yokluğu şeklinde bir tartışma içine sizleri çekmiş olmak istemiyorum. Çünkü Tanrı gerçeğini çok net olarak algılayan ama din olarak tanımlanan bir takım Tanrısal yolları da burada söylemeden geçemeyeceğim. Ama din kavramını bir Budizm, bir Şinto dini için ya da bir mitolojik inanç için de kullanabiliriz. Bu anlamda din Tanrı' nın yarattığı insanlığın, sevgisinde ilişkiye çağırdığı yolu net bir biçimde görebilmesini engellemektedir. Ben burada din ve dinler kavramlarından uzak kalmanın önemini vurgulamak, başka bir deyişle Yüce Yaratıcıyı kendi anlattığı şekliyle, insan algılamaları ya da insan uygulamaları olmaksızın net olarak tanımaya önem verdiğimizi söylemek istiyorum.

Esasında bütün evrenin hakimi olan Tanrı' yı yüzde yüz tanımak ve bilmek biz insanlar için sınırlarımız dışında bir olaydır. Bizler ancak Tanrı' nın bize kendi algı sınırlarımız içinde gerek seçtiği kişiler, gerekse tarihsel bir takım olaylarla anlattıkları ya da yaşam kesitleriyle bize tanıtmaya çalıştıkları kadarıyla biz 0'nu tanıyabilir, algılayabiliriz.

Bu bağlamda dünyada bir O'nun anlatımı, bir de insanların gerek O'nun anlatımından esinlenerek, gerekse 0'nun anlatımını daha henüz işitmeden yüreklerinde gizli Tanrı' yı arayışları ile ürettikleri anlatımlar vardır. Ama gerçek şudur ki. ne O'nun anlatımlarından esinlenerek ürettikleri, ne de kendi yüreklerine işlenmiş Tanrı bilgisinden yola çıkarak ürettikleri, insanları gerçek insan-Tanrı ilişkisine ulaştıramamaktadır. Bu ilişkinin tek bir yolu vardır. Bu yol Tanrı' nın kendi kendisini açıkladığı yoldur.

Ancak Tanrı yolunu Tanrı' nın kendi sözlerinden öğrenenler, Evrenin hakimi olan Yüce Tanrı' ya kavuşma şansına sahip olanlardır. Diğerleri ise kendi söylediklerini kendileri uygulayıp dururlar. Bu kişiler gerçek Tanrı anlatımını işitseler bile inandıkları insan ürünü inançlar bazen tabu olarak kalmakta ve bu kişiler hiçbir zaman gerçek Tanrı bilgisine varamamaktadırlar.

Uzakdoğu'ya yaptığım bir iş gezisinde büyük bir fabrikanın yönetim odasına girmiştim. Fabrika büyük bir disiplin içinde işliyordu. Her şey çağdaş ve yönetim de oldukça güçlü görünüyordu. Bütün bu düzen içinde odanın bir köşesinde asılı duran oyuncak bir bebek dikkatimi çekti. Daha sonra bu bebeğin burada insanlar tarafından tapınılan bir Tanrı olduğunu öğrendiğimde gerçekten aklım karışmıştı. Nasıl oluyordu da bir uygarlık devi içinde, büyük bir azim ve disiplinle çalışan bu insanlar, böylesine görkemli bir evrenin yaratıcısını bir bebek içinde açıklayabiliyorlardı. Sanırım bu küçük örnekle yukarıda söylediğim cümle daha anlam kazanmış oldu.

Bu çalışkan, saygılı insanlar tarihin derinliklerinde kendi atalarının ürettikleri inancın artık kurtulamaz birer takipçisi olmuşlardı. Bu inanç Evrenin Yaratıcısının sözlerinin onlara ulaşmasını önleyebilecek kadar artık tabulaşmış bir hal almıştı. Ama eğer bu kişilerle kendi inançları hakkında biraz konuşabilme şansımız olsaydı, herhalde şu ya da bu şekilde, bir takım simgelerle, ruhlara inançla oluşturdukları inançları içinde muhakkak evrenin hakimi Tanrı inancından ufak tefek alıntıları, benzerlikleri görebilecektik. Bu insana daha yaradılışında verilen Tanrı bilgisinin esintilerinden kalmış kırıntılar olacaktı.

Buna göre biz her inanç içinde bütün evreni kapsayan Tanrı bilgisinden bir miktar olduğunu gözlemleyebiliriz ve en azından bu noktada az da olsa başka inançlarla iletişim kurabilmemiz söz konusu olabilir. Ama esas olan yüzde on, yüzde yirmi Tanrı bilgisi ve geri kalan insan yönlendirişi değildir. Bizim anlayış ölçülerimizde Yüce Yaratıcı' nın, bizim anlayışımıza göre kendini tanıttığı yüzde 85'lere varan ve özünde doğrudan doğruya Tanrı ile yüzde yüz birlikteliği sağlayan gerçek Tanrı bilgisidir.

Biz dolayısıyla bu bilginin, bu Tanrısal gerçeğin Kutsal Kitap çerçevesinde bütün insanlığa açıklandığı kanısındayız.

Bu doğaldır ki, bazı kişi ve inançlar için yalnızca bizim doğrumuz olarak kalacaktır. Sunuş bölümünde anlatmaya çalıştığımız gibi bu yalnızca bizim doğrumuzun ne olduğunu merak edenler için bir anlatımdır. Yoksa amaç ne kimsenin doğru bildiğine saldırmak ne de kimsenin doğru bildiğine saygısızlıkta bulunmak değildir. Atalarımız "Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz" demişler.

Gerçekten herkes yaşadığı toplumda yerini bilirse ve ona göre yaşamını sürdürürse sanırım bu topluluk dünyanın en medeni topluluğu olurdu. Eğer kişi gerçekten Kutsal Kitap izleyicisi olma yolunda kararlı ise; sanırım kitaptaki ayetler konuya açıklık :

"Özgür insanlar olarak yaşayın; ama özgürlüğünüzü kötülük yapmak için bahane etmeyin. Tanrı' nın kulları olarak yaşayın. Bütün insanlara saygı gösterin. İmanlı kardeşlerinizi sevin. Tanrı' dan korkun, krala saygı gösterin." (İnci1-i Şerif / I.Petrus 16- I 7)